İlk okuduğum klasik roman Charles Dickens’a ait İki Şehrin Hikayesi idi. Bu romanla hem klasiklere giriş yapmış hemde dönemin Fransız Devriminde yaşanılanları öğrenme fırsatı buldum. Bu kitabı okuduktan sonra çeşitli tarihi romanlar ve Sherlock Holmes serisiyle devam ederken klasik kitaplara karşı kendimi tekrardan aç hissettim. Aklımda sürekli Victor Hugo tarafından yazılmış Sefiller kitabı varken bir yandan da Montaigne tarafından yazılmış Denemeler arasında gidip geliyordum. Haftasonları klasik kitapları okumaya karar verdim ve kendimi kitapçıda buldum. İnce bir kitapla başlamanın klasikleri benimsemek için doğru bir karar olduğunu düşünüyordum. Kitapları incelerken Victor Hugo tarafından kaleme alınmış “Bir İdam Mahkumunun Son Günü” adlı eserini incelemeye başladım.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından ve Volkan Yalçıntoklu tarafından çevrilmiş 2017 yılında basılmış kitabı karıştırmaya başladım. 97 sayfa olan kitabın son 20 sayfası yayınevi tarafından basılmış kitapların listesi yer alıyordu. Kitabın ilk sayfasında Hasan Ali Yücel tarafından kitapların dilimize çevrilmesinin önemi belirtiliyordu. Kitaba giriş Victor Hugo’nun idama bakış açısını anlattığı önsöz ile başlıyor. Siyasilerin kendi çıkarları için yasaları değiştirmeleri, idam edilecek kişilerle ilgili çeşitli argo kelimeler, giyotin sehpasına yatan bir kişinin 5-6 kez kafasının bedeninden ayrılamayışının anlatımıyla idama bakış açısını okuyucusuna yansıtıyor. Bu bölümleri anlattığında zihnimde farklı düşüncelerin oluşmasını başlattığı ilk cümle” ‘İntikam almak için cezalandırmak’ yerine iyiliğe yöneltmek için düzeltmelidir.” oldu. Yazar suç işlemeyi farklı bir bakış açısıyla ele alarak bir hastalık olarak görmüş ve bunu tedavi etmenin en doğru karar olduğunu paylaşmıştır. Bu düşüncesini ilk olarak kimsesiz olduğu için hayatta doğruyu yanlışı bilemeden büyüyen ve suça yönelen çocuğu anlatmakta. İkinci olarak suçu yüzünden idam edilen oysa sadece suçluyu değil bütün ailesinin öldürüldüğünü ve ailesinin toplumdan dışlandığını anlatan görüşlerini paylaşmaktadır. Bu görüşleri ile haklılığını etkili bir şekilde düşüncelerime yansıtabildiğini belirtebilirim. Önsözü aşağıda alıntıladığım ve benide etkileyen bölümle sona eriyor.
Suça bir hastalık gözüyle bakılacak ve bu hastalığın sizin hakimleriniz yerine doktorları, sizin kürek mahkumiyetleriniz yerine hastaneleri olacak. Özgürlük ve sağlık bütünleşecek.
Öfkeyle cezalandırılan kötülük şefkatle tedavi edilecek.
Önsöz yaklaşık 40-45 sayfa bittikten sonra Trajedi Hakkında Bir Komedi adında diyalog türünde ki önsözü başlıyor. Toplumun çeşitli yelerinden gelen kişilerin olduğu bu konuşmada bu kitabın Victor Hugo tarafından ilk basıldığında yazar adının paylaşılmadığını, okuyucu kişilerin kitap hakkında düşüncelerini, kiminin okumaya bile yaklaşmadığını, idamı nasıl savunduklarını ve idamın kaldırılmasına karşı düşüncelerine şahit oluyoruz.
Yaklaşık 9 sayfa süren Trajedi Hakkında Bir Komedi önsözü bittikten sonra idam mahkumuyla başbaşa kalıyoruz. Yazarın 1. tekil şahısla yazdığı bu kitap düşüncelerin size ait olduğunu hissettirmeye başlıyor. Kitapta neden yaptığı bildirilmemiş olsada cinayet işlemiş ve mahkeme süreci başlamış suçlunun duygularıyla başbaşa kalıyoruz. Avukatının kürek cezası alması için çabasına karşı ölmeyi yeğleyen suçlu, 6 hafta sonrasında idam cezasına çarptırılacağını öğreniyor. Cezası açıklandıktan sonra kendisini bir kitapta okuduğu “insanların hepsi belir bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar” sözüyle avutmaya başladığı ruh haline girdiğini görüyoruz. Cezaevinde öğrendiği argo kelimeleri paylaşırken -benimde en garibime giden “döşemede salça var(sokakta birbirlerini bıçaklıyorlar)” argosu olmuştur- bir yandan da eleştiriyor. Arkasında bırakacağı üç kişiyi düşünen suçlu en çokta ufak kızı için üzülmektedir. İlerleyen zamanlarda çocuğu kendisinin ziyaretine getirilmiştir. Ne var ki çocuğunun onu ölü bildiğini ve kendisini tanımadığı için bir hayli bitap duruma düşmüştür. Girdiği ceza evinin duvarlarında bırakılan izleri inceleyip izlerin hikayelerini düşünürken kendisi içinde idam vakti bir hayli yaklaşmaktadır. Her çeyrek saatte ömrünün bir yılının gittiğinin düşüncesiyle bizi psikolojik durumunun kötüye gittiğini hissettirmektedir. Suçlu giyotin sehpasında idam vakti geldiğinde ölmeyi tercih ettiği kürek cezasını dilediği ve af isteğinin gerçekleşmesini beklemektedir. Affın giyotin sehpasında pek işe yaramadığını ve kendisinin hazin sonuyla başbaşa kalıyoruz.
Yazarının oldukça üzerimde oldukça olumlu düşünceler bıraktığı bu eserden büyük keyif aldığımı belirtebilirim. Özellikle idam cezalarına bakış açısı ve suçun bir hastalık olduğu bakış açısı derin izler bırakmıştır. Okunacak akıcı ve öğretici kitap arayanlar için kesinlikle önerimdir.